Dünyada geçimsiz, huysuz, aksi ve zor insanlarda olduğunu biliyoruz. Bunlar zihinsel olarak bozulmuş, yanlış koşullanmış insanlardır. Birçoğu kavgacı huysuz, alaycı, geçimsiz, acımasız, duyarsız, hale gelmiş zihinsel suçlulardır.
Psikolojik olarak hastalardır. Zihinleri belki de geçmişte yaşadıkları deneyimler nedeniyle deforme olmuş bozulmuştur.
Geçenlerde bir arkadaşım hiç hak etmediği bir davranışa maruz kaldı. Gel gelelim devran döndü ve o kişiden intikam akabileceği güzel bir fırsat eline geçti... Bana anlattığında "hayır dedim aynı şekilde karşılık vermemelisin, o onun fıtratıydı öyle yaptı ama senin fıtratında kötülük yok, sen senin gibi cevap vermelisin" "Nasıl yani" dedi.
Akreple Dervişin hikâyesini anlattım ona.
Derviş suya düşen Akrebi kurtarmak ister elini uzatınca Akrep sokar... Derviş ona yardım etmek için tekrar elini uzatıyor ve akrepte her defasında sokuyormuş. Bunu uzaktan izleyen bir adam demiş ki "neden bunu yapıyorsun yardımdan anlamıyor işte seni sokuyor?.."
Derviş ise şöyle cevap vermiş:
“Akrebin fıtratında sokmak var. Benim fıtratımda ise yaratılanı sevmek ve merhamet etmek var.
O fıtratının gereğini yapıyor, bende fıtratımın gereğini yapıyorum...”
Yani dostlar akrep akrepliğini yapıyor ve yapacak da…
Peki, biz ne yapmalıyız?..
Biz kızmayacak, sinirlenmeyecek, akrebe cevap yetiştirmenin derdine düşmeyeceğiz. Milletimizi kutuplaştırmak isteyenleri kale alıp prim yapmalarına müsaade etmeyecek, enerjimizi bu tiplere harcamayacağız.
Ayrıştırıcı söylemlerden uzak duracak ve Hak yolunda yürüyüşümüze devam edeceğiz.
Fıtratımız neyi gerektiriyorsa onu yapacağız ve bileceğiz ki hiçbir zaman kaybeden biz olmayacağız.
İstiklal şairimiz merhum Akif bakın bize nasıl sesleniyor;
“Değil mi cephemizin sinesinde iman bir;
Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir;
Değil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz,
Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz!”
Kuran'da Fuzulet suresinde Yaradanın bize şöyle bir mesajı vardır.
"Kötülüğü en iyi şekilde sav. Birde bakarsın ki seninle aranda düşmanlık olan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir. "
Bize yapılan bir kötülüğe aynı şekilde karşılık verme hakkımız var ve Yaradan karşılığını verebilirsin der.
Ama "karşılık vermezsen senin için daha ahsen olur" da der!..
Niyetimiz suistimal edildi diye kötü biri mi olalım?..
Mevlana, Mesnevide bir bahçe sahibinin hikâyesini anlatır.
"Dostları bahçede gördükleri bir dikeni hemen kesmesini söylerler ama o sürekli şu, bu sebeplerle işi erteler.
Nihayet karar verdiğinde dikenin dalları ağaç kadar kalınlaşmış ve çok geniş bir alanı kaplamıştır."
Mevlana bunu, kişinin bırakmayı ertelediği kötü alışkanlıkların nasıl insanın içinde kök salıp derinleştiğine misalen anlatmış…
Son zamanlarda her şeyi ve herkesi kaplayan bu habisle yaşamak… Belki de toplumsal çürüme dediğimiz durumun tek cümlelik özeti. İnsanlığın ruhuna yapışmış bir habis, her yeri ve her şeyi istisnasız yok ediyor. Var etme gücüne sahip değilken yok etme arzusunun esiri olmuş durumdayız. Bazen bir sözle, bazen bir bakışla, bazen fiiliyata geçmiş bir hareketle… An-ı yok etmek yetmezmiş gibi artık canı yok etmek…
Üzerinde dikkatle ve rikkatle durmak istediğim bir mevzu aslında toplumsal çürüme meselesi. Sokaklardan, kafelere, en mahrem köşelerimizden en umumi alanlara kadar her yerde. Herhangi teorik bir alt yapıya ihtiyaç duymadan gözlemleyerek farkında olabileceğimiz kadar aşikâr.
Gergin ve öfkeli bir toplumuz. Öfkesini anlamlandıramayan, dönüştüremeyen bir toplum…
Çürüme ise her yerde; adliyede, emniyette, sokaklarda, evlerde. Herkes bir diğerine saldırıyor, ağuyla, lafıyla, yorumuyla, kılıçla, baltayla, satırla…
Kötülüğün ortadan kaldırılması için sanki karşısında daha çok kötülük yapılmalı gibi bir düsturla hareket ediyoruz bireysel olarak da toplumsal olarak da. Kötülüğü iyilikle ortadan kaldırmanın gücüne dair inancımız tamamen tükenmiş gibi.
Hakkı batılla karıştırıp, hakkı hakikati unuttuk. Fıtratımızı, özümüzü unuttuk. Yukarıda anlatılan Dervişle akrebin kadim nasihatini işiten kaç kişi kaldı ki?..
Eski kıyafetlerinin üzerine başka kıyafetler giyersen ne olur?..
Ne eskisi gibi görünürsün ne yenisi gibi.
Ama herkes gibi olmayı bırakmayı göze aldığında, yeni bir sen olabilirsin.
Ya her gün yeniden “olmak istediğin kişi” olmayı seçersin, ya da geçmişi tekrarlamaya devam edersin.
Hangi fıtrata uygun davranmayı seçiyorsun?..
Ve en mühim olanı da bu, yani ne olmayı seçtiğimiz…
İyilik insanın fıtratında olmalı…
İnsanlığın en önemli vazifelerinden biri de iyilik yapmaktır. İyilik yapmanın ayrımı olamaz. İnsana, hayvana ve tüm yaratılmış olan her şeye elimizden geldiğince yardım edeceğiz.
Çünkü iyilik, insanlığın en güzel meziyetlerindendir.
Eflatunun dediği gibi; Kötülük edebilmek ellerinde iken bütün ömrünü doğrulukla geçirmek çok güç ve övmeye değer bir şeydir. Size zorbalık yapana iyilik ile karşılık vermeniz, sizin en güzel meziyet ve ahlaka sahip olduğunuzun göstergesidir.
Ben bunları söylerken belki de aklınıza şu gelmiş olabilir; “ya kardeşim iyi niyetli olunca, iyilik yapınca insanlar suistimal ediyor, saflığa vurduruyor.” diye düşünebilirsiniz.
Evet, bazı kimselerce; İyiliğe ve saflığa, temiz olan niyete sahip olmak, '”o saf bir şey, hiç bir şey bilmiyor gibi' o insanın, güzel zaafını aşağılayıcı algılanması hakikaten ağrınıza gidebilir.
Bu nedenle yaşadığınız süre içerisinde kimseyi hafife almayınız, çünkü her insan okunması gereken bir kitap ve içi nice sırlarla dolu büyük bir hazinedir. İnsanları olduğu gibi kabul ederek, onların iyilikleri için çalışmalıyız. İyi niyetimiz suistimal ediliyor diye, iyilik yapmaktan vaz mı geçeceğiz?..
Tabii ki bunu cevabı benden yana HAYIR…
Hepimizin güne mutsuz başladığı anlar vardır. “Sabah yataktan solundan kalkmışsın” derler ya yakınlarımız böyle zamanlarda. Onların da keyfini kaçırırız asık suratımızla. Canımız sıkkındır belli ki bir şeylere. Arada herkesin başına gelir bu.
Fakat bazı insanların ahlakına geçmiştir artık bu olumsuz yüz ifadesi ve tavırlar. Olmadık şeylere sinirlenip, bağırıp çağırabilirler; durduk yerde birisini fena halde tersleyebilirler. Böyle geçimsiz kişilik davranışlarının sergilenmesi fıtrattan gelen bir özellik olabilirse de, bazen hayat şartlarının da kişinin huyunu değiştirip, tahammülsüz bir yan kattığı olur insan karakterine. En yüce erdemlerden olan sabır ve müsamaha özelliğini yitirir insanlar. Maalesef bu nedenle beşeri ilişkilerimiz de derinden zedelenir.
Hayatımızın her anında var olan; zor memnun olan, her şeyden şikâyet eden, sağı solu belli olmayan geçimsiz, huysuz insanlar insanı bezdirir, yıldırır, hayattan soğutur, huzursuzdur, huzursuzluğunu sana bulaştırır, düşünmeden konuşur, düşünmeden hareket eder, çabuk unutur çünkü ona göre olanlar olağandır, senin de unutmanı bekler...
Bazıları da vardır ki doyumsuzdur; doyumsuzluk insanı suya götürüp susuz getiren bir seraptır. Sımsıcak bir yaz gününde susuzluğunu gidermek adına içilen, deniz suyu gibidir. Harareti alsa da daha çok susatır. Susadıkça içtirir, içtikçe susatır. İşte doyumsuzlar bu kısır döngüde boğulanlardır. Onlar, bütün dünyayı sırtında taşımaya çalışan aciz hamallardır. Doyumsuzluk öyle bir handikaptır ki, sahip olunacaklar ve sonu gelmez hedefler için insanı koşmaktan kan ter içinde bırakır. Fakat ne elde ettikçe sahip olunanlar, ne de ulaşılan hedefler yetmez. Yeni istekler, yeni hedefler ortaya konulur ve yine yollara düşülür kan ter içinde. Onlara da ulaşılır ama yine yetmez. Doyumsuzluk öylesine küstah, öylesine huysuz ve burnu havada bir duygudur ki, yedikçe güçlenir daha büyük lokmalar ister. Bazı ihtiyaçlar tatmin edildikçe şiddeti artan özelliğe sahiptirler. İnsanın arzu ve istekleri de böyledir. Doymayı bilmez ve her tatminde ‘’daha yok mu’’ der.
Böyle zor yapıya sahip insanları değiştirebilmek için çaba harcasak da, maalesef bu çok nadir işe yarar. Çünkü böyle insanlar aynaya bakıp huy ve karakterlerini dışarıdan göremezler. İşin aslı, bu beceriden yoksun olduklarından, merhamet edilmeye ihtiyaçları vardır. Hoş, insan kendi hatalarını başkasının gözüyle bir görebilse, düzelme yolunda ilk adımı kendisi atacaktır zaten.
Efendimiz (s.a.v), “Mümin, geçimi güzel olan kişidir. Geçimsiz kişide hayır yoktur” buyurur.
Efendimiz’ in hayırdan yoksun olarak nitelediği geçimsiz kişiliğe sahip insanlar, herkesin huzurunu kaçırma pahasına olur olmaz her şeye çatar, surat asar, tartışma çıkartırlar. Böyle kimseler “geçinmeye gönlü yok” deyimini tasdik ettirircesine, tıpkı bir radar gibi sürekli bir yerlerde hata ararlar.
Çevrelerinde kendince olumsuz olduğunu düşündüğü şeyleri gördükçe daha da huzursuzlaşırlar. Her şey mutsuz ve asabi davranmaları için bir bahane olabilir. Örneğin, trafikte sabredemeyip kornaya basmaya başlarlar, öndeki araçları bunaltmak istercesine. Yolda yürürken kendilerine birisi yanlışlıkla çarpmaya görsün, o kişiyi sokağa çıktığına pişman ederler. Evde bir eksik gedik mi gördüler, eşlerinin asla kurtuluşu yoktur, evde adeta terör havası estirirler.
Hayatımızın her alanında böyle geçinilmesi zor insanlarla karşılaşabiliriz. Bu kişiler sosyal alanda, işyeri ortamında mecburiyetler yüzünden iletişim içinde olduğumuz ya da bizzat ailemizde, hayatımızın merkezinde bulunan kişiler olabilirler. Onlara sürekli öfkelenip üzülerek kendimizi yıpratırız.
Geçimsiz, huysuz, aksi ve zor hatta dengesiz insanlarla mümkün olduğunca tartışmamalı, her zaman temkinli olmalı en doğrusu da uzak durmalıdır. Çünkü bu tür insanlar iletişimde oldukları kişilerin de ruh sağlığını bozarlar.
Ama onları yaşantımızdan çıkaramayacağımıza göre ya da sürekli dargın bir halde sürdüremeyeceğimize göre ilişkilerimizi, onların tahammülü güç davranışlarıyla baş edebilme mekanizmaları geliştirmeyi denemeliyiz.
Ancak bu sayede süregelen bu ilişkinin içinden her defasında en az darbeyi alarak sıyrılabiliriz. Kendimize nasıl davranılmasından hoşlanıyorsak, karşımızdakilere de o şekilde davranmamız gerekir. Fakat geçimi zor insanların özellikle hassas oldukları konularda, onlara karşı çok daha özenli hareket etmeliyiz.
Önceden ak dediğine sonradan kara diyen, bir gün önce sevdiklerini bir gün sonra sevmeyen, her şeyin yolunda olduğunu düşündüğünüzde bir anda herhangi bir şeye parlayabilen bu insanlarla olan diyaloglarınızda olayları büyütmeyin, problem veya sorun çıkarmamaya çalışın, yatıştırıcı olun ve asla güvenmeyin. İnsanı sevmek, insana güvenmek, insana değer vermek şüphesiz insani duygulardır.
Geçimsiz, huysuz, aksi ve zor insanlar yaşamımınız her yerinde var ve olacaklar da.
Hatta biraz “Polyanna”cılık yapsak, onların da hayatın renklerinden olduğunu, bize çok şey öğretip kattıklarını söylemek mümkün. Ancak onlarla ilgili kararlar vermek, ne zaman parmağın kesilmesi gerektiğini anlamak ve adaleti koruyarak ve kendi saygınlığınızı da muhafaza ederek problemleri çözmek çok ama çok zor bir problem olarak önümüzde duracak gibi.
Eh, bunlar olmasaydı hayat çok basit olurdu ve herkes kolayca başarırdı yaşamayı. Ne amiriyle ne iş arkadaşlarıyla, ne sosyal ilişkilerinde, ne de “kendisiyle” problemleri olmazdı insanın. Zor kararlar vermek zorunda kalmaz, kendimizi tüketene kadar enerjimizi bu tip insanlara harcamazdık.
Eee ne demiş eski maarif nazırı Emrullah Efendi : “Şu mektepler olmasaydı maarifi ne güzel idare ederdim”
Ama maalesef ki hayatımızda dün olduğu gibi bu günde ve yarında olacak bu insanlar.
Ki bunların bir kaçı ya da az çoğu vazgeçemediklerimiz…
Yaşamın kaynağı sevgi ise, sevgi bir tutku, tutku bir amaç, amaç bir şeyleri birileriyle paylaşmaksa, paylaşalım sevgimizi bir lokma ekmek gibi...
Yüzünüzden gülümseme kalbinizden umut eksik olmasın, gününüz aydın mutluluğunuz daim, neşeniz bol, sağlığınız yerinde olsun. Günü sevdiklerinizle ve gönlünüzdeki düşlediğiniz gibi geçirin…
Günün bütün renkleri yüreğinize dolsun, kalbinizdeki iyiliğin dünyayı sevgiyle aydınlattığı güzel bir gün diliyorum siz dostlara…
Sevin sevilin, hayat sevince güzel___ Kim; Barış adına, Sevgi adına, İnsanlık adına yoklama alırsa, Ben; ‘Buradayım’ her zaman ve her an...
Atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir…
Gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet olsun…
Hoş kalın, hoşça kalın, sevgiyle hep dostça kalın, bir gün, bir yerlerde görüşmek ümidiyle…