Çok sayıda insan bu temel üzerine kurulmuş olan düzene uygun davranmaya çalışır. Şüphelerimizi bastırıp sürüyü takip ederiz çünkü kendimizi, kabul edilmesi zor hakikatleri bulup çıkaran bir önder olarak görmekten çekiniriz.”
Hâlbuki bizi endişelendiren, bize karşı olan insanların çokluğu değil, bize karşı olmalarının altında yatan sağlam nedenler olmalıdır. Yani dikkatimizi kabul görmediğimiz gerçeğinden uzaklaştırıp, niçin kabul görmediğimize ilişkin açıklamalara yöneltmeliyiz.
Sonuç olarak; İnsan düş kırıklığından öğrenir çok şeyi.
Sokrates, kendinden emin, aldığı karardan ve duruşundan taviz vermeyen güçlü bir duruşla tasvir edilir. Sokrates’in ölürken bile güçlü ve dik duruşu bizlere, ölümden sonra hayat olduğuna, ruhun ölümsüzlüğüne olan inancı anlatır.
Okumak hayatın tesellisi:
“Okumak beni çekildiğim bu inzivada avutuyor; hem aylaklığın ağırlığından hem de sohbetleriyle canımı sıkan misafirlerden kurtarıyor. Eğer çekilen acı, altından kalkılamayacak kadar ağır değilse okumak acının açtığı yaraları da iyileştiriyor. Tatsız düşüncelerden kurtulmak için tek yapmam gereken kitaplara başvurmak.” Diyor Montaigne
Bazı insanlar vardır ya, “kalbe şifa ruha ilaç.” Kitaplarda öyle.
Alain de Botton’un “Felsefenin Tesellisi” kitabı tam da bu amaca ulaşmış bir kitap.
Yazar, her bölümde bir filozofun yaşamını konu ederek, ‘Felsefenin Tesellisi’ni bize altı bölümde anlatıyor… Toplum tarafından kabul görmemenin tesellisi (Sokrates), yeterince paraya sahip olmamanın tesellisi (Epikuros), düş kırıklığı yaşamanın tesellisi (Seneca), kendini yetersiz hissetmenin tesellisi (Montaigne), kırık bir kalbin tesellisi (Schopenhauer), zorluklar yaşamanın tesellisi (Nietzche).
Acılar ve yalnızlıklar karşısında, bundan büyük bilgelik, bundan büyük teselli olur mu?
Filozofların yaşamda karşılarına çıkan zorluklara karşı çözüm arayışlarını, bize teselli olacak şekilde anlatıyor.
Sokrates’in ölüme giderken bile hayatı sorgulamaya devam etmesi, Epikuros’un mutlu olmak için kendine dostlarıyla sade bir hayat seçmesi, Seneca’nın hayatın getirdiği haksızlığa karşı kabullenişi, Montaigne’nin kendini yetersiz hissetmiş olmaya karşı hayatı sorgulayışı, Schopenhauer’in mutsuz bir şekilde yaşamın getirdiklerine anlam arayışı ve Nietzsche’nin hayatın her türlü acı ve zorluğuna karşı dik duruşu…
Yazar, Sokrates’in yaşamından yola çıkarak, “Hayatı neden sorgulayamıyoruz?” diye soruyor.
Eğer var olan düzeni sorgulamaktan kaçınıyorsak, bunun nedeni toplum tarafından kabul gören her şeyin, doğru olduğunu düşünmemizdir aslında.
Düzen denilen şey…
“Kişinin şüphe uyandırmamak ve dışlanmamak için nasıl davranması gerektiğine ilişkin her toplumun kendine göre anlayışları vardır. Bunların bazıları kanunlarla açıkça dile getirilir bazıları ise “sağduyu” diye tanımlayan ahlakı ve gündelik yaşama ilişkin yargılardır.
Sağduyu nasıl giymemiz, maddi açıdan hangi değerleri edinmemiz, kimlere saygı duymamız, hangi etiketlerin peşinden koşmamız ve nasıl bir aile hayatı sürmemiz gerektiği konusunda bizi yönlendirir.