KALABALIKTA YALNIZ BİR ADAM

Gün doğumuyla başlar, her şafak doğumunda olduğu üzere, Sezen Aksu’nun söylediği “Yalnızlık senfonisi” şarkısı kulağında,

Gün doğumuyla başlar, her şafak doğumunda olduğu üzere, Sezen Aksu’nun söylediği “Yalnızlık senfonisi” şarkısı kulağında, kalkarsın yalnızlığınla boğuştuğun yatağından. Ve çın cın öter şarkının ilk sözleri kulaklarında;

“Anladım sonu yok yalnızlığın

Her gün çoğalacak

Her zaman böyle miydi bilmiyorum

Yalnızlığım yollarıma pusu kurmuş beklemekte

Acılar gözlerini dikmiş üstüme nöbette”

Hayat serüveni içerisinde çok hızlı ve her şeyi yaşamak için uğraşır dururuz. İnsan, kendini toplumsal hayata büyük bir hızla atar. Doğumla birlikte, kalbimiz atmaya başlar ve yalnızızdır. Çevremizdeki onca insan dünyaya geldiğimize sevinir gülücükler saçar. Ancak aradan az bir zaman geçtikten sonra, sen kendinle baş başa kalırsın. Yani yalnızsındır sonuçta…

Kendini yıkık bir şehir gibi hissedersin yalnızsan. Geçmişte yalnızlık, adını bile bilmediğim bir yabancıydı, fakat uzun zamandır onunla sarmaş dolaş olmuş iki sevgili gibi beraber uyanırız.

Zor!.. Dedim de; zor mu acaba diye de düşündüm. Alışkanlık olunca zor değil sanırım…

Fakat yine de Rabbime dua ederim yürekten;

“Ey, yakın olanların en güzeli olan Rabbim; beni bu yalnızlar meclisinden kurtar. Senin uzaklığından çek, kurtar beni. Beni benimle baş başa bırakma.”

Her sabah birbirinden tazedir. Sabahları Ay devriyesini günü Güneş’e yeni devretmişken kollarıma yayılan ürperti beni bir insanla sohbet etmekten daha çok cezbeder.

Gün batımı izlemekten daha zevklidir. Ben yalnızlık ve kalabalık arasında kalan çizgiyi arayan bir deliyim zaten. Nafile, yalnızlık ve kalabalık arasındaki bu koşuda dikişleri sağlam olmayan bir ben varım. Oysa sağlam atmak gerekirdi dikişleri. Dikişler zikzak, koşu düz tepe az. Bir bayırdan koşarken insan yorulmaz. Oysa yorulan akciğerleridir, kafesinden teker teker çıkarılmış da bir lağım çukurunda yıkanmışçasına yorulur hem de. O tepeden inmeye başladığı günden beri sanki hep yuvarlanmış insan, şimdi ayağa kalkmış tepeye meydan okuyor. Öyle bir yorgunluk işte bu…

Her sabah bir şeyler doğurur. Geçmişte kalan dün gibi, dün dediğin ne ki; geldi geçti, kimini deldi geçti, kimine güldü geçti. Sabahları bekleriz huzursuz bir bulutun karnındaki yağmurları doğurmasını. Ama huzursuzluk göz pınarlarından doğar ve her sabah bir şeyleri öldürür…

İşte o sabah birkaç ümit ve Güneş’in sevincini öldürdü. Bu sabah olduğu gibi...

Güneş hissetmez o acıyı. O hep mutludur sabah doğumlarına… Güneş’in mutlu olduğu gün bize bayram, bize de neşe. Güneş mutlu değilse yağmurlar, kasırga, fırtına ve soğuk… Aman sende!.. Neyse ney...

Bu dediğime bakmayın severim ben yağmurları. Yağmurlu sokaklar boştur. Hep boştur benim sokaklarım yalnızlığım gibi. Gezerken deli dolu başımla, deli dolu sokaklarımı, bedenimi değil ruhumu yakan yağmur taneleridir. Ama tek bir damla düşmez şimdi… Ve bir kibrit çakasım var yalnızlığıma şu an…

Ah şu acı, tek derdim sen. En güzelinden bir kahvaltı olmalıydı şimdi. Bir bardak çay, bir simit, yarım kalmış bir parça peynir neyime yetmez… Sabah haberleri, camdaki yağmur, caddedeki insanlar ve en güzeli bir ürperti. Yalnızlık içerisinde gelen titreme...

Sabahları her pencere gönül penceresi gibi açılmalıdır. Havayı içine çekmek gerek. Akciğerlerinde hissetmesi gerek havayı. Çok üşüdü mü akciğerlerin kapatırsın penceresini. Bazen akciğerlerin değil de gönlün üşür nedense. Pencereyi kapatınca yalnızlığın gelir aklına ve Ah! dersin bir kitap olsa okunmaya değer yalnızlığımı alıp giden. Ellerin kütüphanenin raflarında gezer. Okşanası kitaplar. Ne yürekler var içerilerinde. Tanıdık cümleler ve ezberlenmiş kelimeler, akla takılı kalmış mecaz sözler. Yabancı kitaplar, tanıdık kitaplar, çok tanıdık kitaplar, yazanı bir daha görmediğin kitaplar yada her gün gözünün önünde olanlar… Sanki hepsi bir arada kalabalıklarda yalnızlar gibi durmaktalar…

Birbirleriyle konuşurken bile yalnızdırlar raflarda…

Yalnızlık tartışılır. Kimin ne kadar yalnız olduğu, neden yalnız kaldığı... Yalnızlık ve kalabalık, ikisinin arasından sadece bir gel git var… Bu gel git bir dengedir, öylesine bir denge işaretidir ki gelip gittikçe delileri mesut eder. Bir işrettir san ki bu. Bense bu işareti gereği kadar görememişimdir.

Ve böylece yalnızlık ikiye ayrılır: seçim olanlar ve kader olanlar. Kader… Daima kafa karıştırıcı...

Seçebildiğimiz yolların toplamı değil midir kader? Seçimlerimiz bizimken yaşadıklarımız neden kader… Sürekli sorular doğuran bu karmaşık konudan elimizde olmayan, seçimimiz olmayan yalnızlıklarla ayrılıyorum tam şu anda. Dayatılmış mutsuzluk ve çaresizlik düşündükçe benim içimi acıtan.

Ey beni yalnızlığa iten kul, sevme beni___ yüreğinde Allah sevgisi yok ise___ Sevme___

Son bir nefes çekip sigaramdan, son satırları yazıp bırakacağım kalemi kâğıdın yanına çünkü__

VAKİT GELDİ___

Gitmeliyim artık gelmiştir ferman

Takvimde ki son yaprak düşerken

Rüzgâr gibi titrerken zaman

Yalnızlık ruhuma katık döşerken___

Dedik ya avaz avaz: ‘Gün doğumuyla başlar yalnızlık onca kalabalığa rağmen…’

Ey kalbinde sevgi beslemiş insanlık, kalbinde saf sevgi yetiştirmiş kullar biline ki: Gönül bağınız sağlamsa, yük de güzeldir, yol da, yolculuk da.

Yaşamın kaynağı sevgi ise, sevgi bir tutku, tutku bir amaç, amaç bir şeyleri birileriyle paylaşmaksa, paylaşalım acılarımızı, sevinçlerimizi ve sevgimizi bir lokma ekmek gibi…

Sevgi ve dostluk adına bu günü ve gelecek günlerinizi öyle güzel yaşayın ki mutluluk adına, ömür kitabında ki en güzel öykü olsun. Ve nice güzel öyküler sizin olsun.

Sevin, sevilin, hayat sevince güzel ve diyelim her bir cümleye; atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir…

Yüreğinizden sevgilerin ve mavilerin eksik olmadığı mutlu, huzurlu ve dahi sağlıklı güzel günleriniz olsun sevdiklerinizle geçireceğiniz…

Bu gün ve de ömür takviminizden düşecek olan her gün sağlık, bereket, sevgi ve huzur versin… Hayat ağacınıza asılan her yeni gün, size ve sevdiklerinize her zaman şans, mutluluk getirsin…

Güzel bitmesini arzuladığım bu haftanın ilk güzel gününden, gönül soframdan gönül sofranıza, sevgi ve muhabbetler gönderiyorum… Hoş kalın, hoşça kalın, her dem sevgiyle, hep dostça kalın, bir gün, bir yerlerde görüşmek ümidiyle.