ÇAY MUHABBETİ

Çay diye bir şey var; “her mevsime, her güne, günün her saatine, insanın her haline, neşesine, kederine, kalabalığına, yalnızlığına birebir…”
Bir bardak çay kadar kolay aslında hayat… Suyu ısınanı demlemeye terk etmek, yeterince kararanı bardak bardak tüketmek gerek…
“Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel, namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer… “ demiş Can Yücel.
Peki, Oğuz Atay ne demiş; “Biz, çayın yalnızlığa iyi gelen tarafını da severiz. Avuçlarken ince belli bardağı, hücrelere kadar hissettiren sıcaklığında unuttuk yalnızlığı.”
Yılmaz Odabaşı durur mu hiç yapıştırmış lafı; “Şimdi ölsek en fazla kahvede çaylar soğur…”
Cemal Süreya unutur mu hiç, altında kalır mı lafın o ki en sevgi adamıdır; “İki çay söylemiştik orada biri açık, keşke yalnız bunun için sevseydim seni… “
Ya hemşehrim Orhan Kemal üstadım; “Bir gün çay içelim seninle, çaylar benden manzara senden olsun… “ demiş…
Çay demlemek çok özeldir ama hiç kimse, çayın kimin elinden güzelleşeceğini bilemez.
Öyle sır bir demdir ki; belki bir aşığın gözyaşı karışır suyuna, belki bir annenin merhameti dokunur toprağına…
Bir tarlaya çay eker, büyümesini beklersin. Güneş görür büyür, hasadını beklersin. Hasat gelir kesilir, kurumasını beklersin. Kurur dem olur, suyunun kaynamasını beklersin. Bir güzel çay görmek için bir ömür beklersin. Bu yüzden her gelene verilmez çay. Beklemene değecek bir gönül misafiri olmalı.
Misafir geldiğinde, dertliyken, yalnızken, mutluyken ya da sadece canımız istediği için çay demlediğimiz zamanlar, aslında en gerçek dostumuzun çay olduğunu anladığımız zamanlardır. Çay içerek arkadaşlarımızla dertleşir, çay içerken gülüşür, çay içerken en güzel dizilerimizi izleriz.
Uçsuz bucaksız tarlalarında, göğe baka baka büyür çay. Gök gören her şey gönlü bol olur. Bu yüzdendir misafirlere ikram edilmesi.
Türkler tarafından çok sevilen bir içecek olduğundan olsa gerek;
Ne güzel demiş şair; ‘’Geleydin bir çay içimi, sen çay dökerdin, ben de içimi.’’
Biz Türkler samimi kişileriz, bir bardak çaya hikâyemizi veririz, tahta masanın başında, hasır taburede iki büklüm otururken efkârımızı dökeriz, ince belli bardakta ki çayımızdan aldığımız her yudum arası molada…
Çay dört özelliğinden dolayı kutsal bir sıvıdır.
Birincisi; sınıfsız bir içecektir, ayakkabı boyacıları ile CEO’ların ortak içeceğidir. Sınıfsal kaynaşma sağlar.
Her statüden insanın tükettiği bir sıvı olup, içecekte eşitlenmenin sembolüdür aynı zamanda.
İkinci olarak zamansızdır; sabah kahvaltısında, öğle yemeği sonrasında, akşamüzeri, yatmadan önce yani günün her saati içilebilen tek içecektir.
Üçüncüsü; Muhabbetin demini aldırır. Çay olmadan yapılan sohbetlerin hiçbir tadının, tuzunun olmadığı malumunuzdur.
Dört; mekânızdır. Her mekânda ve her ortamda içilir.
Çay yoksulların, yazarların, gazetecilerin, şairlerin ve de yalnızların resmi içeceğidir.
Ona öyle alelade bir içecek muamelesi yapamayız. Ona sıradan bir içecek gibi davranamayız.
Yok ben çay sevmem, çayla aram iyi değildir gibi hezeyanlar delikanlı bireylere yakışmaz.
Çay içmeyen adamı anlamak zordur. Eğer bir rahatsızlığı yoksa ki çay sıhhat verir. O kişinin niye çay sevmediği bizim için ciddi bir sorun olarak masada duracak ve dostluğumuzu sorgulatacaktır. Zamansız, mekânsız, sınıfsız bir içecek olarak çaya karşı yapılan bu haksızlık ve sevgisizlik bizi yaralar.
Çay içmemenin hiçbir mantıklı izahı olamaz. Çay içmeyen adama güvenemeyiz çünkü buralardan ve bu toprakların kadim içecek kültüründen fersah fersah uzaklaşmış bir adam bizi tedirgin eder.
Çay içmeyen adam şüphelidir. Ona güvenebilir miyiz?..
Çünkü ince belli bardakta tüten nefis dumanıyla, karanfil kokulu sıcak ve demli bir çayı yudumlamamış insan, Anadolu’yu, bozkırları ve kırılgan yağmurlarımızı tatmamış, kırkikindilerle yıkanmamış, gökyüzünü tanımamış demektir.
Üzülünce demlisi, sevinince şekerlisi, âşıkken ince bellisi… Fincanın nazlı hevesi çay, biz yaratılırken hayatımıza girmiş olmalı! Diye düşünüyorum. Tıpkı sevgi gibi, aşk gibi, bir kara sevda ki kan kırmızı…
Bir demli hüzün gibi bardağın dibine çöker. Üzerine mutluluklarından kalan suyu koyar, hüznünü açmaya çalışırsın. Ama ne kadar su koyarsan koy üzüntü denen çay üstüne, bardağın dibinde kalan tortularla anılırsın.
Sevgilinin nazına benzer çayın demi. Su aşkla kaynamadıysa güzel olmaz. Bardak ince belli değilse, gönle dokunmaz. Demleyenin eli güzel değilse, lezzetini vermez. Çay, nazını çekmeyene lezzetini göstermez. İşte bu nedenle: Biz çayı ince belli bardaklardan içeriz.
Sevdiğinin elinden çay içmenin güzelliğini bilmeyen diller utansın.
“Çayın da derdi var, dedi adam;
Ateşler içinde yandığına göre,
Unutulduğunda soğuduğuna göre,
Bekleye bekleye acıdığına göre var bir derdi.”
Sonra çay bize bir gerçeği daha öğretti. Bekleyen her şey soğur, acır ve bayatlar.
Haydi dostlarım bekletmeyin beni… Çay yalnızlığı sevmezmiş. Benim çayımda sizi istiyor yanında...
Dünyanın bütün meşgalesine, acelesine ve anlamsızlığına verilecek en güzel cevaptır; “Beş dakika çay molası."
Harlı ateşte kaynasa da su, yakmaz çayının canını. Canı yansa da acıtmaz sevdiğinin kalbini. Bu yüzden bir bardak çay gibi severim sevdiklerimi. Acısa da acıtmadan, yansa da yakmadan…
Haydi dostlarım; Hepimiz bir gün öleceğiz ve gömecekler. Bir kaç gün övecekler, sonra kalan malımızı bölecekler.- milyarlar da kalsa, altı delik bir pabuçta kalsa- Hatta memnun kalmayıp üstüne birde sövecekler…
O nedenle yaşarken hayatı sevin, dalından bıkan yaprak gibi, hayat ağacından yere düşmeyin… Bu sakıntılı günlerden sonra sizleri hep dalına sıkı sıkı tutunmuş yemyeşil yapraklar gibi görmektir arzum…
Şimdi her şeyi bırakıp bir kenara bir çay içmeliyiz…
Eğer varsa benlik libasını çıkarıp bizlik libasını giymek isteyen, bu vatan için bizimle aynı masaya yumruk vurmak isteyen; biline ki biz Mevlana torunuyuz ve onun izinden gideriz;
“Gel, gel, ne olursan ol yine gel, İster kâfir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel. Bizim dergâhımız, ümitsizlik dergâhı değildir, yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...” dediği gibi...
Sıradaki çayım!.. Her şeye rağmen; gülmesini ve güçlü görünmesini bilen, kalbinde kin, nefret, dilinde gıybet, yüreğinde vatan sevgisi, insan sevgisi olan insanlara gelsin!..
Haydi dostum sende otur bir köşeye ve dua et önce kendine, ailene, eşine, dostuna, yakınlarına ve dahi insanlığa. Ruhumuzu keşfe çıktık, sen de katıl bu serüvene...
Kim ki; Barış adına, Sevgi adına, İnsanlık adına yoklama alırsa, Ben; ‘Buradayım’ ve ‘SİZİ’ daha çoğul ‘BİZ’ olmaya bekliyorum…
Ve düşünmenizi istiyorum bir an bile olsa unutmadan; atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerin hakkı olduğunu… Ve kanla, canla alınmış bu VATAN topraklarında bir çakıl taşının bile satılık olmadığını…
Bizi yoktan var eden, varlığından haberdar eden, yaratıp imtihan eden, imtihan edip sabır veren Rabbimizin müminlerini bağışlaması, Rabbimin biz kullarının gönüllerine, kalplerine her dem güneş doğması için dualar edelim bu gün…
Birliğimiz, dirliğimiz bozulmasın, Rabbim, devletimizi, milletimizi iç ve dış düşmanlardan korusun…
Merhum Mehmet Akif’in “Bir Hilal Uğruna ne güneşler batıyor” ifadesinde dediği gibi, Vatanı, milleti, devleti için yollara düşmüş göz nurumuz, Türkiye Cumhuriyetinin banisi Yüce Atatürk başta olmak üzere; Vatan evlatlarımız içerisinde, Peygamber efendimizin komşu olmak için şehit olmuş olanlara Rabbimden rahmet, gazi olanlara güç, kuvvet, acil şifalar diliyorum…
Sevin sevilin, hayat sevince güzel ve diyelim her bir cümleye; bu ülkenin sahipleri yalnızca bu ülkeyi karşılıksız seve bilenlerdir…
Gönül soframdan, gönül sofranıza selam olsun… Hoş kalın, hoşça kalın, kalbiniz sevgi dolu hep dostça kalın, bir yerlerde bir gün görüşmek ümidiyle…